Benim gibi yaşamayan ölsün !!

 

 Öncelikle merhaba bugün sizlerle Türkiye'nin uluslararası arenada hak, özgürlük, basın özgürlüğü ve farklı yaşam tarzları çerçevesinde nasıl bir izlenim verdiğini tartışıp, genel bir değerlendirme yapacağız. Özellikle 26 Haziran'da gerçekleşen LGBTİ+ insanların gördüğü muamele de yazımızda bir yer bulacak. Tüm bunlar için biraz dış basın okuması yaptım. Aslına bakarsanız nelerin olduğunu tek tek yazmayacağım gündemi takip ettiğinizi var sayıyorum ama yinede kaçıranlar için anahtar sözcükler ve kabataslak örnekler verebilirim, konuyla ilgili gördüğüm tüm haberleri kaynaça kısmında paylaşacağım. Dünkü olay özelinde başlayacak olursak, yapılan daha doğrusu yapılmak istenen onur yürüyüşü engellendi. İnsanlar yaka paça göz altına alındı, bunların yanında Bülent Kılıç isimli Afp gazetecisi yere yatırılarak sert muamele gördü. Yani aslında gazetecilere, yürüyüşü yapmak isteyen insanlara ve olaya tepki gösteren, göstermeyen vatandaşlara iğrenç üsluplar ve şiddet kullanıldı. 

 Ülkemizde gazeteciler eğer iktidar için çalışmıyorlarsa dış mihraklara hizmet etmekle suçlanan veya gazeteci olarak kabul edilmeyen bir kesimi oluşturuyor. Bu olay üzerinde değil genel olarak tüm toplumsal olayları haberleştirmeye çalışan gazetecilerin bu denli sert ve "bilinçli" şiddet görmelerinin altında yatan sebeplerden bir tanesinin caydırma ve sindirme olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde sadece haberin alınması engellenmiyor aynı zamanda toplumun da bu tür olayları normalleştirmesini ve bu işi yapan gazetecilerin de korkarak, bir daha bu tür haberler yapmamasını amaçlayan bir fiil olarak değerlendiriyorum.  "Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün Dünya Basın Özgürlüğü 2020 Endeksi'nde 180 ülke arasında 154'üncü sırada yer aldı. Buna göre geçtiğimiz yıl 157. sırada bulunan Türkiye üç sıra yükselmiş oldu."

 Habere göre Türkiye'de Onur yürüyüşleri 2015'ten beri yasaklanıyormuş. Burada asıl soru zihniyet ve ideoloji meselesi. Türkiye, Avrupa'da lgbt+ bireylere karşı en fazla şiddet ve nefret söylemini içeren olayları gerçekleştiren ülkeler içinde. Avrupa'da sadece Türkiye değil Macaristan'ın Polonya'nın başını çektiği bir geleneksel kanat diye nitelendirebileceğimiz, insanların yaptıkları bu faşizm  Avrupada ciddi bir rahatsızlık uyandırıyor. Ben Macaristan ve Polonya'nın Türkiye'den de ideolojik bir destek aldığını düşünmekteyim. Avrupa'da en kötü ikinci ülke olarak nitendirliyoruz. Listenin son 3 üçlüsü Türkiye Azerbaycan ve Ermenistan. Saydığım ülkeler kafa karıştırmasın zira bu veride Avrupa Konseyine üye ülkeler bulunmakta. Türkiye'nin bu konuda geçen gün daha fazla gerilediğini resmi açıklamalarda bulabiliyoruz. İktidar belki 2013 öncesinde daha söylemsel bir nefrette bulunurken bunun sonrasında soylemleri,  eylemsel bir nefrete dönüştürmüş bulunmakta. Hepimiz İçişleri bakanının Adalet bakanının ve Diyanetin ne tür açıklamalar yaptığını biliyorsunuz. 

 Burada nefret ve şiddete maruz kalan kesimin sadece Onur yürüyüşü mensupları olmadığının farkına varmamız gerekiyor elbette onların durumu daha marjinalleştirme üzerinden toplum nefreti ve dışlanmışlık yaratılmak amaçlanıyor. Daha doğrusu sadece artık tek bir kesimle sınırlı değil, muhalif düşünen her şeye karşılar. İktidar kendi ideolojisine ve yaşam tarzına uymayan tüm bireylere topyekün bir savaş açmış durumda. Herkesin aynı saatte uyanmasını, herkesin aynı saatte içeriye girmesini, herkesin aynı şeylerden zevk almasını, herkesin aynı şeylerden korkmasını ve aynı şeyleri sevmesini isteyen totaliter ve baskıcı bir iktidarla karşı karşıyayız ve bu giderek hız kazanıyor. Ertesi gün hangi yaşam tarzına savaş açılacağını bilmiyoruz. Sıra sıra ilerliyoruz dün benim özgürlüklerim gasp edildi bugün onun yarın başkasının, adeta biçer döverin önündeki buğday tarlası gibiyiz. 28 Şubat bir zulümdür diye geldikleri yolda belki de bir 26 Haziran zulmü yaşatmaktalar. Başörtülü bacılarımızı almadılar diye yıllarca kanayan bir toplumsal yarayı kaşıyarak duygusal bir dram yarattılar ve bunun üzerinden çok ciddi siyasi kazanımlar elde ettiler ama bugün kendi gibi düşünmeyen herkesi baskılamak ve kutuların içerisine hapsetmek istiyorlar. Bunun en büyük sebebi ideoloji ve kolay yönetilebilen bir ülke arzusu. Zira tek tipleşmiş ve ruhsuz bir ülke insanları çok basit bir şekilde yönetilebilir. İktidar sorgulanamaz hale gelir, iktidar hesap vermez, iktidar artık toplumdan hesap sorar hale gelir ve öyle bir durumda da demokrasiyi ortadan kalkar. Demokrasi, toplumun iktidardan cayır cayır hesap sorabilmesi demektir. Tüm bunlar ortadan kalktığı zaman adeta tek bir tuşla devlet yönetilebilir hale gelir bunu kim istemez ki (!). Sorunun artık lgbti+ bireylere ait olmadığını kavrayabilmenmiz gerekiyor. Nefret söylemi bir suçtur. Konuyu bu şekilde dini hassasiyetlere indirerek bir toplum dizaynı, bir toplum mühendisliği yapma peşindeler bunu görebilmemiz gerekiyor. Her konuyu dini hassasiyetlere indirgeyerek yaptıkları tüm yasakları ve zorbalıkları meşru bir temel'e indirmeye çalışıyorlar. Bu da bazı insanları tatmin ediyor, hoşlarına gidiyor. Ama Türkiye'nin 5 sene sonraki bir gerçekliğinde aynı zulüm size yapıldığında ne tepki vereceksiniz. Toplum sizin yaşadığınız ve sizin düşündüğünüz gibi yaşamak-düşünmek zorunda değil ama herkesin bir diğerinin yaşam tarzına saygı duymak zorundadır. İktidar halkı birbirine kırdırmak suretiyle kendi fikir dünyasının inşasında sizleri tıpkı bir kum gibi beton gibi kullanıyor. Parça parça müzik saatlerine, alkol durumuna, tütündeki vergiye, nargile satışında kılıf değiştirilmesi, yürüyüşlere, protestolara, eylemlere.. örnekleri çoğaltabiliriz Tüm bunlara müdahale ederek normalleştirme ve kabullendirme üzerinden toplum dizaynı peşinde. Bugün sadece lgbti+ bireyler değil, toplumun iktidara hizmet etmeyen her kesimi bunların (eylem, vs) hiçbirini yapamaz. Konu otorite, otoriteye zarar verebilecek her türlü davranış yasaktır. Demokrasinin ve anayasanın askıya alındığı bir ülkede yarın bir başka kesimin hak ve özgürlükleri ihlal edilebilir hatta yok edilebilir. Bu yüzden iktidarın kurmak istediği bu düzeni birbirimizin hak ve özgürlüklerini destekleyerek boşa çıkarabiliriz ama bizzat iktidarın toplumun tüm kesimlerini biribirine kırdırmak suretiyle inşa etmek istediği bu düzeni eğer sürdürmeye devam edersek günlerden bir gün hiç kimsenin ne kullanacak bir hakkı ne de yaşayabileceği bir özgürlüğü kalmayacak. Tüm bunlar size şaka gibi gelebilir ama bulunduğumuz konumdan şöyle geriye doğru bir baktığınızda geçmişte yaşadığımız çoğu şeyde size şaka gibi gelecektir. Ama korkmayın Cb'ı insan hakları eylem planı açıkladı (!), kimse düşündüğünü açıkladığı için suçlu değildir dedi.

 Gazetecileri, Onur yürüyüşü ve farklı yaşam tarzlarına şiddet ve nefreti konuştuk. Uluslararası arena özelinde tüm olanları tekrar toparlayacak olursam. Dünkü olaylar için Avrupa konseyi insan hakları komiseri Dunja Mijatovic, İçişleri bakanına ve Adalet bakanına bir mektup yollamış. Lgbti+ bireylerin toplanma kendini ifade etme özgürlüklerinin verilmesini nefret ve şiddet suçlarının önüne geçilmesini istemiş. Biz AB birliğinin organlarına üye olurken bazı şeyleri taahhüt ederek üye olduk şimdi tüm bunları çiğniyor oluşumuz sözünü tutmayan bir insanın ne kadar iğrenç ve güvenilmez oluşu ile eşdeğerdir. Bir gecede bizzat kurucusu olduğumuz İstanbul sözleşmesinden çıkıyor oluşumuz hukuk, kural ve özgürlük tanımaz bir ülke olduğumuzu gösterir. Uluslararası alanda bu tip mektupların alınıyor olması iç işlerine mücadele müdahale değil bizzat uluslararası hak ve özgürlüklerin ihlali kapsamına girmektedir çünkü dünya değişiyor.  "Bizim iç işlerimize karışmayın" demek, bu cümle artık daha farklı bir anlam ifade ediyor. Küreselleşen dünyada artık devletler (demokratik) perdeleri ardına kadar açık bir eve benziyor. Gerek uluslararası otoritelerden uyarı mektupları almanız gerek dünya gökkuşağı endeksine göre en son sıralarda yer almamız, Türkiye dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi başlıklarına konu olmamız, dünyada basın özgürlüğünde son sıralarda yarışmamız ve yabancı basının neredeyse her gün yazdığı yazılar. Yani Türkiye artık ilginç bir şekilde doğunun antidemokratik ülkelerine benzemeye başladı ve Batı bunu çok iyi gözlemliyor. Dünyanın en fazla okunan gazetelerinde Türkiye aleyhinde manşet manşet yazıların çıkıyor olması bir yere kadar gazetelerin manipülasyonudur. Eğer o çuvaldızı kendimize batırmazsak sadece bütün yanlışlarımızı toplayıp bir günah keçisi ilan etmenize sebep olur. Ama sanıyorum ki bu tür haberler Türkiye'nin pek umurumda değil ve "biz haklıyız Batı bizi devirmek istiyor bilmem ne yapmak istiyor" diyerek yapılan tüm yanlışları meşrulaştırmaya çalışmak ve bir günah keçisi ilan etmekten başka bir şey yapmıyor. Yani Türkiye'deki hükümet doğunun antidemokratik ülkeleri arasında sayılmaktan oldukça hoşnut gibi ama biz değiliz ve bu  durumu değiştirebiliriz. 

 KAYNAÇA

*Lgbti+ bireyler hakkında 

 https://p.dw.com/p/3vZvT

 https://p.dw.com/p/3tUcM 

 https://p.dw.com/p/3bSD1 

 https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-56082337

 https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53040560

*Gazeteciler 

https://tr.euronews.com/2021/06/26/taksim-deki-gosteride-polisin-mudahalesiyle-gozalt-na-al-nan-muhabir-nefes-alam-yorum

https://tr.euronews.com/2020/04/21/s-n-r-tan-mayan-gazeteciler-turkiye-bas-n-ozgurlugunde-180-ulke-aras-nda-154-s-rada

https://tr.euronews.com/2020/01/29/avrupa-konseyi-turkiye-de-basin-ozgurlugu-ve-gazetecilerin-guvenligi-endise-verici-boyutta

https://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhurbaskani-erdogan-insan-haklari-eylem-planini-acikladi-560923.html

*Ek

 https://twitter.com/vaziyetcomtr/status/1408811400928038915?s=09

 https://twitter.com/vaziyetcomtr/status/1408824361503674372?s=09

 https://twitter.com/canitti/status/1408825252927447046?s=09















 



 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sevr rezilliği ve Montrö (Türk Boğazları)

Özgür Bey yumuşama nasıl gidiyor ?

Ortadoğu'nun Yeni Kara Deliği