Demokrasi, ne ulan bu

Demokrasi ve Eşitlik Üzerine

"Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi." bu verdiğim şey anlayacağınız üzere demokrasinin tanımı. Hemen ardından teorik ve pratik kavramları ile devam etmek istiyorum. Teorik kağıt üstünde olması gereken (ideal), pratik ise teorinin uygulamaya geçmesini kast eder. Türkiye teoride ileri demokratik hatta tam laik bir ülkedir. Her şey çok güzel dimi. Ama yazmak veya söylemek çok basittir. Kore Demokratik Halk Cumhuriyetinde ‘de aslında adı geçen unsurlardan eser yok. Keza Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Çin Halkk Cumhuriyeti gibi ülkelerde de durum aynı. Hemen hemen çoğu ülkenin içinde demokratik olduğu ve cumhuriyet olduğu yazar. İnanmak biraz güç. Çünkü bir çoğunda insan hakları askıda kalmıştır. Pratik denilen olgu işte burada devreye giriyor. Bir ülkenin anayasası da dünyadaki en çağdaş en demokratik ve çoğulcu ilkeleri barındırabilir ama bu ülkenin öyle olduğunu göstermez. Önemli olan şey tüm bu verilen sözlerin sözleşmelerin yasaların ve söylemlerin güncel hayatta uygulanabiliyor olmasıdır. Olmadıktan sonra kusursuz ülkelere de sahip olsanız bu hiçbir işe yaramaz. Bazen bazı ülkeler, uluslararası kamuoyunun algıları ile oynamak ve iç kamuoyunu manipüle etmek için böyle oyunlara veya laf kalabalığına başvurur. Bu onlara kısa orta veya uzun vadeli kazançlar sağlayabilir. Gerçekçilik bakımından insanlar bunun böyle olmadığını verilen sözlerin konulan yasaların uygulanmadığını aslında bir süre sonra anlarlar. Tüm bunların yanında söylemlere ve manipülasyonlara kanan veya inanan insanlar da içinde bulunduğu ülkenin demokratik ve adil yönetilen bir ülke olduğunu zannederbilir. Sorun şu ki bu durumdan memnun olan insanların sayısı eğer memnun olmayanların sayısından fazlaysa orada çok büyük bir sıkıntı var demektir. Freedom House'nın Türkiye domoksisi analizi  (Yeşil- özgür  sarı- kısmen özgür mor- özgü değil)

 

M.Ö 300'ler (antik yunan)

 Şimdi Aristo’nun daha doğrusu Aristoteles’in demokrasi anlayışına bakalım. O varlıklı olmayan kimselerin oluşturmuş olduğu çoğunluğun yönetimine demokrasi der. Demokrasinin eşitlik ilkesine dayandığını söyler. Yasaların üstünlüğünü savunur. Demokrasinin uygulama biçimlerinden birinin de demagoji olduğunu söyler. Bu yönetimde yasalara saygı yoktur halkın iradesi yasalardan daha güçlüdür. Şimdi burada büyük bir sorun var. Zira halk her zaman her şeyin doğrusunu bilemez. Siyasiler veya yöneticiler kendi istek ve arzularını gerçekleştirebilmek için seçmenleri birer araç olarak kullanıp onları manipüle edebilirler. Böylece antidemokratik bir durum ortaya çıkar. Bu durumda halkın desteğiyle bir demagog yaratılmış olur. Yani halk yasaları umursamayan, doğru olması gereken şeyi yapmayıp duygusal kararlar veren lideri bir demagoga dönüştürüp kendilerine lider edinir çünkü bu seçmeni tatmin eder. Şöyle devam ediyor yasaların Egemen olmadığı yerde demagoglar baş gösterir. Aslına bakarsanız demagoji bir keyfiyet yönetimidir. Acaba böyle bir yönetim biçimi size tanıdık gelmiş olabilir mi? Devamında halkın kendi kendine zulüm ettiğini ve despotlaştığını söyler. Bununla beraber halk kendisine yaranan, yalaka olan kişileri yükseltir ve şereflendir. Bu durumda Aristoteles, toplumun kendi kendine bir diktatör yarattığını bir nevi kendi diktatörünün yine kendisi olduğunu söyler. Yani kafanızda canlandı mı bilmiyorum. Yönetimdeki lider toplumun bir yansıması olduğu için aslında halk kendi kendini yönetmiş olur. Yasaların olmadığı tamamen keyfiyet ve duygularla yönetilen bir toplumda muazzam cehalet ve kötü bir yönetime ev sahipliği yapar. Burada anlatılanlar gerçekten çok önemli. Aristo'nun demokrasi hakkında bazı fikirlerini aktarmış oldum yine dikkat ederseniz yasaların önemini milattan önce 300’lerde yaşamış bir filozof da epey kavramış.

 

18.yüzyıl

 Gelin sizlerle J.J Rousseau’nun demokrasi anlayışından bazı anekdotlar okuyalım. Rousseau'ya göre tam anlamıyla gerçek bir demokrasi hiçbir zaman var olmamış ve var olamayacaktır. Ona göre çoğunluğun yönetmesi de azınlığın yönetilmesi doğanın düzenine aykırıdır. Bildiğiniz üzere demokrasi çoğunluğun yönetimi anlamına gelmektedir. Yazar devletin küçük yani yasalarla sınırlanması gerektiğini düşünmektedir ki yurttaşlar rahat hareket edip kendilerini rahatça ifade edebilsin. Ayrıca demokrasinin kaosu doğurduğunu söyler yani iç savaş ve karışıklıklara elverişli bir yönetim biçimidir. (Ben bu eylemlerimin protestoların isteklerin ve arzuların demokrasinin cilvesi olduğunu düşünüyorum.) "Tehlikeli bir özgürlüğü kölece rahatlığa değişmem" bu sözlerin sahibi Polonya kralının babası Palatin. Son olarak Rousseau, bir tanrılar ulusu olsaydı demokrasi ile yönetilirdi. Bu kadar olgun biri yönetimin insanlar için uygun olmadığını düşünüyor. Yazar genel olarak son cümlede de belirtildiği gibi bir demokrasinin fazla olgun bir yönetim biçimi olduğunu düşünmekte ama yine de demokrasiye ve getirilerine inanır. Sonuç olarak bugün oldukça demokratik olarak yönetilen az da olsa ülke var elbette. Bu demokratik yönetim göreceli, diğerlerinden çok daha iyi konumdalar. Sonuç olarak bir yazar 1700'lü yıllarda yaşamış ve düşüncelerini o güne göre şekillendirmiştir. Yine de bugün için oldukça çağın ötesinde bir insan.

 

 

17.yüzyıl

 John Locke ile bu sefer demokrasiyle bağlantılı olan zorba yönetimi irdeleyelim. Anti demokrasinin bir sonucu elbette ki zorba yönetimdir. Hatta görünen o ki bu konu demokrasi ile doğrudan ilişkilidir. Locke, zorba yönetimin gayrimeşru olduğunu söyler. Zorba iktidarı topluma hizmet etmek için değil kendi çıkarları için veya yanındakilerin çıkarı için kullanan kimsedir. Zorbalığın yalnızca monarşilerde değil bütün yönetim biçimlerinde olabileceğini söyler. Yine Locke der ki yasanın bittiği yerde zorbalık başlar. Aynı şu ifadeleri kullanıyor, "yasaların kendine verdiği sınırları çiğneyen elindeki gücü halka karşı ve yasaların izin vermediği şeklinde kullanan her yönetime zorba yönetim denir." Ve Locke yetkileri olmadan bu şekilde hareket eden insanların durdurulmaları gerektiğini söyler. Bunun devamında bu gayrimeşru yönetime direnilebilir mi sorusu ile devam ediyor. Gerçekten bu koşulları sağlayan yönetime karşı kuvvetle cevap verilebileceğini söyler ama bunun belli durumlarının olduğunu da ekler. Eğer hükümdar kendisini yasalarla veya belli kurallarla kutsallaştırmış ve kendisine laf ettirmiyorsa onun altındaki diğer yöneticilere karşı bir cevap verilmesi gerektiğini söyler. Hükümdarın da halkın bu sitemine laf etmeyeceğini söyler zira halkı ile savaş haline girme ve hükümeti dağıtma niyeti yoksa diye ekler. (Bence bu biraz iyimser bir yorum çünkü günümüz dünyasında liderlerin ne kadar ileriye gidebileceğini görüyoruz). Günümüz dünyasında maalesef liderler kendi emirleri altında çalışan yöneticilerinde eleştirilmesine pek sıcak bakmıyorlar. Yönetime karşı eylemlerin olabilmesi için var olan haksızlığın toplumun geneline karşı yapılıyor olmasına şart koşar. Böyle bir durumda direnişin olumlu sonuç verme ihtimali çok daha yüksektir. Zaten belli başlı birkaç kişi için yapılan direnişin pek de sonuca ulaşmayacağını, bu direnişe de fazla insanın katılmayacağını dile getirir. Yani yapılan haksız eylemler ve zorbalığın toplumun çoğunluğunu ilgilendirmeli, yapılan yönetimsel haksızlıklar son derece ciddi konularda olmalı. Can, mal ve özgürlükleri tehlikeye atmalı. İşte bu zaman toplum yönetime karşı direnme hakkına sahip olur. Bu sonuç yönetimin hatasıdır çünkü onlar toplumun iyiliği ve çıkarları için iktidara gelmiştirler ve bu amaca saygı duymak zorundadırlar. Ama yine de Locke bu olayın son raddeye gelindiğinde yapılmasını destekler. Yani bu şartlar gerçekten ne zaman tastamam olursa. Bu da bir başka düşünürün bu konu hakkındaki görüşleriydi. Konu yine bir şekilde yasalar ve yasalara saygıya geldi. 

 

18.yüzyıl

 Montesquieu ile devam edelim. Cumhuriyet, monarşi veya despotizm onun için var olabilecek 3 yönetim biçimidir. Cumhuriyet'de çoğunluk da yönetime sahip olabilir azınlık da yönetime sahip olabilir. çoğunluk yönetimde olursa bu demokrasi azınlık yönetimde olursa bu aristokrasi olur. Monarşi hepinizin bildiği gibi tek bir kişinin yönetimidir. Despotizm ise tek bir kişinin yasalara uymadan keyfince kendi çıkarınca olan yönetim biçimidir. Demokrasinin ilkesinin siyasal erdem olduğunu söyler ve siyasal erdemi  şöyle açıklar. Yurt sevgisi ve yurttaşların çıkarlarını kendi çıkarlarının üzerinde tutma hırs ve arzularından arınmış olma. Aynı zamanda yine o sihirli cümle yasalara saygının bittiği yerde demokrasi bozulmuştur der. Demokrasinin bu ayağın üzerine kurulduğunu söyler yani ayak çökerse demokraside çöker. Acaba bu bahsettiğim şeyler ülkemizde ne derecede mümkün bunun tartısını da size bırakıyorum. Demokrasinin sevilmesi gereken bir şey olduğunu ve tüm topluma ilginin aşılanması gerekir. Yani bir demokrasi bilincinin toplumda oluşturulması çok önemlidir zira bugün gelecekteki yöneticiler bu toplumun içerisinden çıkacaktır. Aslında demokrasilerde, lükse sahip insanların artması eşitsizliğin toplumda var olduğunu göstermektedir. Bu konudaki düşünceleri biraz sosyalizmi çağrıştırsa da iyi bir demokraside herkesin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesini savunur, ki bence bu konuda epey haklı. Ama demokrasinin bozulabileceğini söyler bu nasıl olur? Yukarıda da dediğim gibi demokrasiyi taşıyan ayağın bozulmasıyla demokraside bozulmaya başlar. "Demokraside emir veren de emirlere boyun eğen de eşittir." 

 

19.yüzyıl

 Dilerseniz şimdi de Alexis de Tocqueville ile devam edelim. Öncelikle eşitlik demokrasinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Eşit haklar durdurulamaz yani bu olayın önüne geçilemez. Ona göre demokrasiyi durdurmak Tanrı iradesine karşı gelmek demektir. Demokratik toplumlarda yöneticiye veya iktidara tanrısal bir dayanak olduğu için değil gerekli olduğu için boyun eğilir. O da demokrasinin refahı arttıracağını, lüks yaşamın azalacağını, gösterişin azalacağını belki daha zayıf bir toplum olacaktır ama daha mutlu daha çoğunlukçu ve daha refah içinde yaşayan bir toplumun olacağını öngörmektedir. Ona göre yönetenlerle yönetilenler aynı kişidir. Yönetilenler bozulursa yönetimde bozulur. (Bunun tam tersi de olabilir sonuçta ikisi de aynı kişi) Aslında yazar fazla eşitlikçi yani eşitliği her şeyin üzerinde tutuyor özgürlüğün bile üzerinde tuttuğu söylenilebilir. Ve aslında apolitik bir toplumun olmaması gerektiğini söyler çünkü bu durumda tüm sorunlar iktidara bırakılacaktır yani bir nevi tüm yetki iktidara kalacaktır. Yurttaşlar her an iktidarı denetlemeli ve hesaba tutmalıdır. Bu ona göre demokrasinin bir sorunudur ve bir başka sorun ise çoğunluğun despotizmidir. Yani demek istediği şey, demokrasilerde despotizm oluşması. Seçmenlerin yöneticileri esir almalarını ve despotluk yapmalarını, yürütmeyi yasamayı yargıyı rayından çıkarmalarını kasteder. Bu anlatılanlar aşağı yukarı anarşizmle örtüşmektedir. Ona göre ise bu pek mümkün değildir çünkü insanlar belli bir düzen içerisinde yaşamayı tercih ederler. 

Ve şöyle devam eder yalnızlaşsan bireyler yani kendi işleriyle çok fazla meşgul olup belki apolitik diye tanımlayabileceğimiz kitlelerin toplum içinde yaygınlaşması bir çoğunluk haline gelmeleri durumda bir sorun ortaya çıkar. İnsanlar rahata alışırlar çünkü dert edinebilecekleri bir sorun yoktur. Kamu işlerine vakit ayırmamaya başlarlar. Ama düzensizlikten korktukları için yani anarşiden korktukları için merkezi yönetime daha fazla yetki daha fazla güç vermekten veya bunu onaylamaktan çekinmezler. Bu söylediğinin çok ince ve doğru olduğunu düşünmekteyim. Bu sayede iktidarı denetlenemeyen, hesap sormayan toplumlar bir süre sonra güvenlik endişesi nedeniyle iktidara daha fazla yetki vermeye başlarlar ve ipin ucu kaçmış olur. Belki de bu sayede iktidardan bir canavar yaratılmış olur. Bundan daha büyük pek az sorun vardır. Aslında burada yapılan iş demokrasinin doğasına aykırıdır. Merkezi otorite güçlendikçe bireylerin özgürlük alanları küçülür devlet büyüdükçe bireyin küçüldüğünü söyler Tocqueville. Böylelikle yavaş yavaş iktidar despotlaşır. Bu seferde azınlığın despotizmi ortaya çıkar. Bunun dışında bütün kötü olayların eşitlik tarafından yumuşatılacağını varsayar. Tocqueville modern despotizm diye bir şey söyler bu yukarıda bahsettiğim azınlığın keyfi yönetiminin artmasıyla meydana gelir. İktidar yurttaşlarına dokunur ama yurttaşlar bunu doğrudan hissetmez, onları korur ve güvenliklerini sağlar, düzeni tesis eder, istikrarı sağlar ve bir baba (bknz. devlet baba, devletine güven) otoritesi ile seçmene yaklaşır. Böylelikle zamanla iktidar bu şekli almış olur. Bir süre sonra insanlar bunun çok da kötü bir şey olmadığını düşünmeye başlayacaklardır çünkü artık iktidarı denetlemeye takip etmeye gerek yoktur kendi özel işleri ile ve eğlenceleri ile uğraşmak için daha fazla zamanları vardır. Ama iktidar giderek toplumsal hayatı şekillendirmeye başlamıştır ve toplumu dilediği gibi yoğurma kudretine sahiptir. Böyle bir yönetim de seçimlerin pek bir şey ifade etmediğini söyler. Zira seçilmesi istenen kişileri de belirleyen iktidarın ta kendisidir. İktidarın yönlendirmesinin ışığında halk bir seçim yaptığını zannederek iktidarı değiştirdiğini zanneder göreve gelenler farklı kişilerdir ama aslında hiçbir şey değişmemiştir. Ve demokrasinin en büyük kazanımı olan seçim olgusunun içi boşaltılmış ve işe yaramaz olmuştur. İşte Tocqueville tam olarak buna modern despotizm der. Muazzam bir betimleme bence. Şimdi bu anlatılanların ışığında şöyle bir yaşadığımız ülkeye ve etrafındakilere bir bakın örneklerini görebilecek misiniz? 

 

19.yüzyıl

 Bir de Marksist görüşün demokrasi anlayışını inceleyelim. Genel olarak Karl Marx ve Friedrich Engels'in fikir ve ideallerinden meydana gelmiş bir ideolojidir. Tahmin edilebileceği üzere liberal bir demokrasi anlayışından farklı bir fikre sahiptir. Liberalizm yani özgürlükçü düşünceden farklıklı düşünmektedir. Demokrasinin tam olarak gerçekleşebilmesi için daha objektif koşulların ve ekonomik koşulların tam olması gerektiğini söyler ve bunun liberal demokrasilerde olmadığını savunur. Sömürülen emekçi sınıfın herhangi bir özgürlüğünün olmadığını savunur zaten neredeyse köle durumunda olan bireylerin düşünce, basın ya da mülkiyet haklarının bir anlamı olmadığını ifade eder. Aynı zamanda seçimlerinde manasız olduğunu savunur zira oy pusulalarında isimlerin belirleyicisi hak değildir oraya birileri konur ve seçilenlerin arasından birileri seçilir. Aslında Marksist görüşün burada ifade ettiği şey Tocqueville’nin demokrasi bozulduğunda var olan sistem ifadesi ile neredeyse örtüşmektedir. Ama ikisini birbirinden ayıran fark biri sistemin doğasının böyle olduğunu diğeri ise sistem bozulduğunda ya da bozulmaya başladığında bu olayların gerçekleştiğini savunur. Şimdi tekrar devam edelim. Toplumun ekonomik yapısı o toplumun siyasal düzenini yani yönetim biçimini belirlediğini söyler. Yani ekonomik açıdan eşit olmayan sınıfların var olduğu bir toplumda demokrasinin varlığından söz edilemez ancak sınıfsız bir toplumun olduğu, ekonomik eşitliğin ve özgürlüğün var olduğu toplumlarda demokrasi olabilir. Bu da sadece Marksist görüşün planladığı veya ideal olarak tanımladığı sistemde mümkündür. Marksizm başlı başına bir Sosyo-Ekonomik sistem olduğu için buradan sonrasını eğer merak ediyorsanız kendiniz araştırıp okumalısınız.

  

20.yüzyıl'ın güneşi

 Şimdiki sıra Atatürk'ün demokrasi anlayışına geldi. O yönetim gücünün millette olması gerektiğine inanmıştır. Zaten o yüzden egemenlik kayıtsız şartsız milletindir demiştir. Bunların da Cumhuriyet ilkesi ile gerçekleştirebileceğini düşünmüştür. Genel oy ve eşit oy ilkesi son derece kritiktir. Yukarıda bi çok filozofun demokrasi ve eşit hakların biriyle örtüştüğünü söylemiştik burada da geçerli olan şey tam olarak bu. Yani herkes oy kullanabilmeli (standartlar dahilinde) ve oy kullanabilen herkesin oylarının birbirine eşit olması demektir. Yönetimin monarşik olması, oligarşik olmasını veya tanrıdan alındığını iddia ederek yönetimin gerçekleşmesine şiddetle karşıdır çünkü bunların demokratik olmadığını düşünür. Cumhuriyetin temelinde erdem vardır yani erdem sonradan kazanılır iyi yönetme kabiliyeti, doğruyu yanlıştan ayırabilme, iyi eğitim almak, rasyonel karar verebilmek ve ahlaklı olmak gibi birçok parametrenin oluşturduğu ilkedir. Saltanat veya monarşi yönetiminin ise korku ve tehdide dayandığını ifade eder. Ayrıca diğer yönetimlerde erdemin doğuştan geldiğine inanılır. Soylu kimselerin veya tanrının iradesi adına ülkeyi yönettiğini iddia eden kimselerin sonradan herhangi bir kazanıma ihtiyaçları yoktur. 

 

M.Ö antik 300-400'ler antik yunan

 Demokrasiye daha farklı pencereden bakan antik Yunan filozofu Platon veya Doğuda bilinen adıyla Eflatun’a bakacak olursak. O demokrasiye oldukça karşı biridir. Demokrasi için doymak bilmez servet açlığının sonucudur der. Demokrasi ile yönetilen hakların zayıf veya cılız olduğunu söyler bunun yanında çok çabucak yıkılıp iç isyanlara veya işgallere müsait olduğunu anlatır. Çünkü demokrasilerde devlet adamlarının nasıl yetiştirilmesi gerektiğini önem verilmez, halkın desteğini alan bilgili de olsa cahil de olsa yönetmekten anlasa da anlamasa da iktidara gelir. Son olarak kabaca ifade edersem, kast sisteminin olduğu, eşitsizliğin bulunduğu yetkin yöneticilerin yetişebildiği, çok rasyonel bir devlet modelini savunur. Çünkü herkes belli işleri yapmak zorundadır, bir düzen ve ahenk olmalı ve bu düzen ancak eşitsizlikle mümkündür. Herkes aynı değerde değildir zira herkes aynı işleri yapmamaktadır. Özgürlüğünde bir yerde demokrasileri yıkacağı kanaatindedir. Ki zaten kendisi antidemokratik bir insandır söylemlerinden anlaşılabilir. Platonun ideal devlet tasviri için yazdığı eseri (Deblet) okuyabilirsiniz. 

 Burada rastgele filozofların ve düşünürlerin demokrasi hakkındaki doğrudan veya dolaylı düşüncelerini aktardım örnekler çoğaltılabilir onlarca insanı daha buraya ekleyebiliriz. Sonuç olarak demokrasi denilen şey sanıldığı kadar basit değildir. Özgürlük verilmez özgürlükler kazanılır. Yani hiçbir devlet çıkıp vatandaşın özgürlük alanını genişletmez çünkü kimse elinde bulunduğu güçten feragat etmek istemez. Yukarıdaki düşünceleri oldukça açmaya çalıştım umarım anlatabilmişimdir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sevr rezilliği ve Montrö (Türk Boğazları)

Özgür Bey yumuşama nasıl gidiyor ?

Ortadoğu'nun Yeni Kara Deliği